[Gökçeyazın]"Harfler ve Notalar - Hasan Ali Toptaş" | Neslihan Perşembe"HEP BİRLİKTE YUVARLANIP DURUYORUZ"“Zaten, bir cümle yazmak aynı zamanda beste yapmak değil midir?" diyerek bitiriyor Harfler ve Notalar adlı denemeler kitabını Hasan Ali Toptaş. Ve bütün bir kitabın ana fikrini fısıldıyor. Ama kitabın tümünü okumadan bu fısıltıyı bırakın duymayı anlayamazsınız. Yazar olmak isteyenler, usta yazarlar, çıraklar bu kitabı okumalısınız. Araştırmalara, belgelere dayanarak yazı yazan, deneyimli, deneyimsiz cesur gazeteciler, özellikle pazar günleri edebiyatçıları kıskandıracak yazıları okurla buluşturan usta gazeteciler, köşe yazarları Harfler ve Notalar'ı başucu kitabı yapmalısınız. "Karanlık noktası olmayan bir hikayenin ömrü ancak bir okumalıktır."Kitap "Okuyana Mektup" ile başlıyor. Mektuplar bana göre özeldir; yazanla yazılan arasında kalması gerektiğinden bu bölümden hiç bahsetmeyeceğim.Janouch'u kıskandım. Hem Janouch'u, hem de babasını. Ne babalar var şu dünyada? Eve yüksek elektrik faturası gelmesinden kuşkulanan baba, oğlu Janouch'un gizli gizli şiir yazdığını fark eder. Oğlunu alıp işyerindeki mesai arkadaşıyla tanıştırır. Janouch ve babasının mesai arkadaşı üç, dört yıl boyunca işyerinde ya da Prag sokaklarında yürürken edebiyat, sinema, tiyatro, resim, savaş, aile ve akla gelebilecek birçok konuda konuşurlar. Gustav Janouch bu konuşmaları not eder ve Kafka İle Konuşmalar adlı kitap çıkar ortaya. Hasan Ali Toptaş bu kitabı her eline alıp okuduğunda sanki Kafka ile konuşan kendisidir. Bu yazıya ve yazarlara olan tutku değil de nedir? Kusur… Bu kelime hep bir suçluluğu anımsatır. Benim 88 kuşağı, hani bazılarının "ölü kuşak" dediği bizim kuşak çok yüzleştirilmeye çalışılmıştır "kusur" ve "suçluluk" ile. Ama üzerlerindeki toprağı silkelemeye çalışanlar da var unutulmasın. Yeri göğü inleterek baskı yapanların korkak küçük insanlar olmaları gibi, kendi kusur ve suçluluk duygularıyla nesilleri helak edenler de bir kere aynaya baksalardı… Hasan Ali Toptaş ise kusura farklı bir açıdan bakıyor. Bu açı bir metnin içinde yer alıyor. "Metinler ve Kusurlar"da. Yazar tarafından düşünülen metinlerde özene bezene inşa edilen, bir çeşit kusursuzluk süsü verildikten sonra, okurun karşılaşması için aniden karşısına çıkarılan kusurlardan bahsediyor. Ve okuduğu kitaplarda böylesi kusurlarla karşılaşmayı arzu ettiğini belirtiyor. "Bir kitap ne başlar, ne biter; olsa olsa öyle görünür."Yazarın çocukluğu, kağnı gıcırtıları eşliğinde, her tarafı kerpiçlerle kaplı, Ege'nin alacakaranlık, ıssız bir köşesinde, taşranın da ötesinde bir yerde geçmiştir. Konuşan Katır Hasan Ali Toptaş'ın, köy enstitülü ruhu taşıyan Halil Ahmet Amca'dan aldığı ilk kitaptır. Kasabalı, sinemacı Şerif'in salonunda buluşup aşk, namus, intikam kokan Türk filmlerini büyük bir dikkatle, bir okulda öğrenim görüyormuş gibi izlerler. İnsanların el ele vermesiyle kasabada ciddi ilerlemeler olur. Bugün kasabasına giden yazar, bırakın daha da ilerlemeyi her şeyin gerilediğini görür.Bazı hayvanlar edebiyata ne kadar çok konu olmuştur ve olmaktadır. İşte bu hayvanlardan biri "geyik"… Yazar, mitolojide, şiirde, oyunlarda, kısacası edebiyatın her alanında "geyik" motifini gitgide genişlettiği bir başka bölümle okuyucunun karşısına çıkıyor. Okuduğu onca hikâyeye rağmen Hasan Ali Toptaş'ın değişmeyen dokuz hikâyesi vardır. Yirmi yıldan beri değişmeyen, kitabında bahsettiği tekrar tekrar okuduğu bu hikâyeler, yazarı derinden etkilemiştir. Bu bölümün adını Mallermé'nin bir cümlesiyle yansıtmış: "Bir kitap ne başlar, ne biter; olsa olsa öyle görünür." "2. İzmir Şiir Günleri'nin yapıldığı tarihlerde, başka bir program nedeniyle İzmir'deydim. Belki on altı, on yedi yıldan bu yana ilk kez gidiyordun İzmir'e. Çocukluğumda, üzüm sepetleriyle birlikte her yıl giderdim oysa; fuarda çarpışan arabalara biner, babamın ellerinden tutarak yarı açık bir ağızla hayvanat bahçesini gezer, bol bol dondurma yer ve 9 Eylül gelip çattığında da Lozan Kapısı'nın önünden, babamın ya da babam yaşındaki amcaların omuzlarına çıkarak, geçit törenine katılan askeri araçları, topları, tüfekleri ve ak sakallı gazileri seyrederdim. Bu yüzden olsa gerek, otobüs havada uçuşan sis perdelerinin arasından süzülüp şehre girerken, gelmeyeli ne kadar uzun zaman olmuş, diye söylendim kendi kendime. Söylenince de, durduk yerde ince bir hüzün kapladı içimi…" diyen yazar, hem kendisine hem de elini kolunu bağlayan hayata kızar. "Sahnede Dört Adam" adlı bölümde; Şükrü Erbaş, Mahmut Temizyürek ve kadim dostları, gövdesinde sadece kendi ağırlığını değil, Pir Sultan Abdal'ın, Karacaoğlan'ın, Emrah'ın, Dadaloğlu'nun ve Âşık Veysel'in de ağırlığını taşıyan Neşat Ertaş'dan bahseder. "Bir Yaz Gecesi Rüyası" adlı bölümde Tanrının, cenneti yeşil bir bahçe ya da saray olarak değil bir kitaplık olarak düşünen kulunu, kör olduğu zamanda, bir milyona yakın kitabın bulunduğu raflarıyla yer alan Ulusal Kitaplık'ın başına getirilen kişi anlatılmıştır. Bu kişi nice yazarın tekniğini, üslubunu, edebi düşüncelerini etkilemiş olan Borges'tir. "… ey hayat, bana kör noktamı aydınlatacak bol ışıklı dostlar ver.""… hızın değere dönüştüğü bir dünyada, devasa bir hız topu halinde, korkunç bir gürültüyle hep birlikte yuvarlanıp duruyoruz. Hayatımızı hayal edilemeyecek kadar kolaylaştıran tuşların, butonların ve düğmelerin sayısı arttıkça, metrekareye düşen insan sıcaklığı da giderek azalıyor tabii ve artık insanoğlu öteki insanların varlığından uzaklaşıp sadece kendi hızıyla arkadaş oluyor." Günümüzü ne kadar doğru yansıtmış… Bir insan olarak yazarın da bu hızdan etkilendiğini belirten Hasan Ali Toptaş, kendi gözündeki ideal yazarı "Saati Kurmak" adlı bölümde anlatıyor."Bir Buluşma"da bir yazarla buluşmasından ve bu yazarın kalemine olan etkisinden, sonrasında kendi özgün dilini kurmasından söz ediyor. "Bir metin okunurken yazar aradan çekilmeli""Bir yazar için, [Ne anlatıyorsun?] sorusuyla karşılaşmak kadar can sıkıcı bir şey yoktur herhalde." diyen yazar, düşünmeyi seven okur için romanın sesine kulak vermesini öneriyor. Ve gidilebilecek yolları gösteriyor; o sesin içindeki sessizlikler, ölçüymüş gibi gözüken ölçüsüzlükler, mimari, en önemlisi ruh ve ruha el veren öteki ruhların uzak titreşimleri.Hasan Ali Toptaş, şiir de olsa bir metni dinlemekten yana değildir; o metnin harflerini, noktalama işaretlerini ille de gözleriyle görmek ister. Kendisine göre, bir metin okunurken yazar aradan çekilmeli, yazılırken de okur aradan çekilmelidir. Yazar, "Hikâyenin Gerçeği Gerçeğin Hikâyesi" adlı bölümünde rastlantıların olabilirliği kuramına değiniyor. Edip Cansever ile Ahmet Hamdi Tanpınar arasındaki ilişkiyi irdelediği "Ben Neden Bir Otel Kâtibiyim" adlı bölümden sonra iki yazarın; José Saramago, Marguerite Duras ve aynı zamanda yazar olan bir ressamın; Balthus, 'okuma' ve 'yazma' üzerine izlenimlerine yer veriyor kendi bakış açısını da katarak; başlangıçtaki zamanın yabanıllığına gitmek… Günümüzde hikâye anlatıcıları kalmış mıdır? Hikâye anlatıcılarına ne olmuştur? Modern çağın başında romanın doğuşunun bu duruma etkisi nasıldır? Hikâye anlatıcıları insanları çevresine toplayıp kalabalıklaştırırken, romanlar, bireyleri yalnızlaştırmış mıdır? Hâlâ vardır hikâye anlatıcıları; Suriye'de yaşayan ve bir kahvehanede belli saatlerde hikâyeler anlatan Raşid gibi… Ve hikâye anlatıcısı olduğunu bilmeden gündelik yaşamında hep hikâyeler anlatan Hasan Ali Toptaş'ın annesi gibi, annelerimiz gibi… Yazarın anne ve babasını anlattığı "Kimseye Verilmeyen Kitap" bölümünde; babasıyla ilişkisinde göz yaşlarıma engel olamadığım bir yer vardı ama hemen ardından göz yaşlarım kahkahaya dönüştü. Yazarlık sadece dört duvarı çevrili fakülte sıralarında öğrenilemez tabii. Ama eğitimin kalitesi arttırılmak isteniyorsa, üniversitelere, kadrolu öğretim görevlilerinin yanı sıra Hasan Ali Toptaş gibi ustalar da konuk edilmeli.
|

