[Gökçeyazın] "Cesur Yeni Dünya" - Melek Öztürk
"İNSANIN İNSAN ÜZERİNE TAHAKKÜMÜNÜN KİRLİ İZLERİ"F.S. (Ford'tan Sonra) 632 yılında Dünya Devleti… Merkezi Londra'da bulunan Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi'nde yüzlerce döllendirici, dölleme odalarında aletlerinin üzerine eğilmiş harıl harıl çalışmaktadır. Merkezin müdürü, insanlığın biyolojik mühendislikte kat ettiği inanılmaz mesafeyi, eğitimlerinin bir parçası olarak tüyü bitmemiş bir bölük tıp öğrencisine tek tek odalara girip çıktıkça gururla anlatmakla meşguldür. Merkezin odalarına girilip çıkıldıkça, yalıtılmış kapıların ardında göze çarpan raflar dolusu deney tüpünde döllenmek üzere bekletilen yumurtalar… Bakonowski işlemi ve Alfa, Gama, Delta ve Epsilonlar… Dokuz Yıllık Savaş'la büyük Ekonomik Bunalım'ın ardından kurulmuş, küresel bir kast sistemi olan Dünya Devleti'nin önde gelen ilahı Ford'un hükümleri, 632 yıl sonra bile dimdik ayaktadır ve bunlar (Vahşi Ayrıbölgeler hariç) tüm dünyanın uymak zorunda olduğu kurallardır. On bölgeden oluşan Dünya Devleti'nin her bir bölgesi ise Yerel Denetçiler tarafından yönetilmektedir. Dünya Devleti'nin biyoloji laboratuvarlarında, şişeden çıkmadan önce ve çıktıktan sonra, önceden belirlenmiş rollerini yerine getirmek üzere, belli bir süre ipnopedya (uykuda öğretim) yoluyla koşullandırılan yeni nesil sayesinde "cemaat, özdeşlik ve istikrar" tıkırında, herkes mutlu mesut, maddi tatminini sonuna kadar yaşayarak hayatın tadını çıkarmaktadır. Aldous Huxley'nin Cesur Yeni Dünya romanının giriş bölümünde betimlenen Dünya Devleti'nin, standartlaştırılmış iki milyar yurttaşı sadece on bin soyadını paylaşmaktadır ve bunlar da dünyaya doğarak gelmemişlerdir. Önceden belirlenmiş rollere ve ihtiyaca göre "kuluçka"dan çıkarılmış, edilgen itaatin, maddi tüketimin ve cinsel hazzın erdemleri üzerine şartlandırılmış olan bu bireyler, devletin ücretsiz olarak dağıttığı soma lar ve yine devlet kontrolündeki bazı sakinleştirici haplarla sefahat aleminin dibine vurmaktadır. *** 1932 yılında yayımlanan Cesur Yeni Dünya, yazıldığı dönemin koşulları itibariyle, Huxley'in diğer romanları yanında ayrı bir öneme sahiptir. Birinci Dünya Savaşı sonrası, İkinci Dünya Savaşı'nın arifesinde, başta Amerika olmak üzere, bütün dünyada kapitalizm büyük bir buhran dönemi yaşarken, buhrandan çıkış yolu olarak entelektüeller harıl harıl çözüm önerileri üretmekte, bazıları ise yeteri kadar tüketim olmadığı için kapitalizmin sağlıklı bir şekilde gelişemediğini iddia etmektedir. Bunun yanında, başta Almanya olmak üzere, birçok Avrupa ülkesinde denetim toplumuna duyulan ihtiyaç açık açık dillendirilmekte, faşist partiler güçlenmekte, insanlar arasında sıkı düzen ilişkilerinin yaygınlaştırılması gerektiği ve bireyin devlet için varlığı düşüncesi giderek taraftar bulmaktadır. Avrupa, yanı başındaki Sovyetler Birliği'nin tedirginliği içinde, her yönüyle gelişmekte olan Amerika'ya güvenmekte; ama bu çok güvenilen ve gitgide bütün dünyayı hâkimiyet altına alma potansiyeli taşıyan aynı Amerika'ya karşı da içten içe bir kuşku beslemektedir. Bu kuşkunun elbetteki haksız bir kuşku olmadığı, bugünden bakıldığında daha net olarak görülmektedir. Cesur Yeni Dünya'da Huxley, her ne kadar yüzlerce yıl sonrasının dünyasını betimliyor gibi görünse de, aslında bugünün de dünyasını betimlemiştir. Genellikle disütopik bir roman olarak kategorilendirilen bu romanında Huxley'nin dikkat çektiği "Dünya Devleti" tıpatıp Amerika'yı işaret ederken, insanoğlunun içinde taşıdığı bencillik ve özgürlüğe karşı denetim tutkusu potansiyeli itibariyle (küresel ısınmanın eşiğindeki dünyada, insanoğlunu nasıl bir kader beklediği belirsizliğine rağmen) gelecek yüzyıllarda başka Amerikaların da boy vermesi elbette kaçınılmazdır. Uzun zamandır Zamyatin'in Biz'i, Koestler'in Gün Ortasında Karanlık'ı ve Orwell'in Bin Dokuz Yüz Seksen Dört'ü ile birlikte yirminci yüzyılın başlıca kara ütopyası olan anılan Cesur Yeni Dünya, kusursuz bir başyapıt olarak insanoğlunun temel çelişkilerini gözler önüne sererken, Huxley'nin retorikçi dili, ortaya koyduğu durumlar karşısında okur için seçimi zorlaştırmaktadır. Cesur Yeni Dünya romanında Huxley'de sezilen kararsızlık, salt kâbusumsu bir gelecekten duyulan kuşku değil aynı zamanda geleceğe dair tasarımlananların da içinin tam olarak doldurulamamış olmasındandır. Diğer yandan, Cesur Yeni Dünya'da toplumun hâkim normlarını reddeden bir insanın yine aynı toplumun üyeleri tarafından adeta seyirlik bir maymun gibi alay konusu edilmesi, günümüzle de bağlantılandırılabilir bir durumdur. İnsanın insan üzerine tahakkümünün kirli izleriyle örülü medeniyetin şiddet dolu geçmişini reddedip, geleceğin şiddetten arınmış, birbiriyle barışık bir toplumla kurulabileceğine dair inanç, aslında bugün de birçoklarınca alay konusudur. Bu yüzden "barış" kelimesini telaffuz edenlerin sayısında günden güne büyük bir azalma var. Bu yüzden herkes –"sağ yanağına bir tokat atana, sol yanağını da dön" telkinindeki saçmalık bir yana- "göze göz, dişe diş" ilkesine daha bir sıkı sarılmaktadır. Buradan Huxley'nin de pasifist bir entelektüel olduğu sonucunu çıkarmak bir yana dursun, yaşamının son yıllarında inanç olarak evrildiği/ya da seçimini netleştirdiği Zen Budizmi, aslında onun yaşadığı çağda tanık olduğu milyonlarca ölümün de üzerine kurulu bir savunma mekanizmasıdır. Cesur Yeni Dünya |


